Dr.Bill Harford, güzel karısı Alice ve 7 yaşındaki sevimli kızı Helena ile ile birlikte mutlu mesut yaşayıp gitmektedir. “Mükemmel” kelimesinin sözlükte tam karşısına Harford Ailesi yazılması gerekir diye düşündürecek muazzam bir hayat yaşamaktadırlar.
Bir aileyi aile yapan hemen her şeye sahiptirler; huzur dolu bir “yuva”, sevgi-saygı çerçevesinde aile ilişkileri, günlük hayatı düzenleyen tanıdık “öğrenmişlik”ler…
Bir akşam bir dost (?) davetinden sonra o güne değin hiç akla gelmemiş bir sorunun cevabını ister Bill karısından; “ başka bir erkek hakkında fantezilerin var mı?”. Bu sorunun cevabı, o an için tüm öğrenilmişlikler içinde makul bir yere oturtulabilir görünse de tamamen kapalı gözlerin aralanmaya başlaması artık kaçınılmazdır. “Mükemmel aile” için, yoktan var edilen, yahut varken o güne değin yok sayılmış olan ve günün birinde yüzlerine çarpan sorunları kurcalamanın vakti gelmiştir. Oysa tek tek çözmeye çalıştıkları sorunların kaynağında tek ve büyük olan bir tek sorun vardır ; yalnızlık .
Yalnızlık her zaman “yalın olma” durumu değildir. E.W.S’taki doktorun ve karısının birbirlerine açamadıkları iç dünyalarında yaşadıklarıdır asıl yalnızlık hissini veren.
Orjin sahnesinde maskelerin arkasına saklanan ve buna rağmen/bunun için daha da ürpertici olan, kalabalıklar içinde tek başınalık hissini veren bakışlardır ip uçları; filmin başındaki tuvalet sahnesiyle bir karı kocanın arasındaki “soğuk yakınlık”, bireyliklerinden vazgeç”miş” gibi davranarak “bütün” olunabileceği yanılgısında gitgide büyüyen içsel yalnızlıklar...
E.W.S bir anlatıcıya ihtiyaç duymuyor çünkü her kare, her detay, her mekan, her diyalog kendi dilinde konuşup parçası olduğu bütüne hizmet ediyor. Tıpkı iskambil kağıtlarından oluşan bir kule gibi; her şey tam da olması gerektiği yerde, ne bir eksik ne bir fazla, tam da olması gerektiği gibi belki de. Kuleye bakıp anlamını çözerken, kağıtların her birinin tek tek anlamlarını da ıskalamamak gerekiyor. Yoksa filmi film yapan detayları kaçırmak mümkün; Dr. Bill’in Alice’i aldatmak üzere, Domino adında bir fahişenin evinde olduğu sahnede gözüken ‘Sosyoloji’ye Giriş’ kitabının bu filmin sosyolojik bir bakış açısıyla okunmasının işaret edişi gibi, ya da orjin yapılan malikanenin "fidelio" olan giriş parolasının filmin dayandığı Arthur Schnitzler'in kitabına yaptığı gönderme gibi…
Duygusal gel-gitlerde kadraj içi tutkulu kırmızılar, soğuk maviler, sahte sarılar da psikolojik değişimlere adapte oluşu kolaylaştırırken kullanılan tüm müziklerin her bir notası ilmek ilmek bağlanır olay örgüsüne..
Görsel ve işitsel tüm detayların bir müzik gibi ahenkle ekrana yansıması diye özetleyip geçmek mümkün bu filmi. Ancak biraz cesareti olanlar kabul edecektir ki; aldatmak ile aldanmak arasında masumiyetin adresini göstermeye çalışanlara, aldatmaların sırtını dayayacağı “masum” açıklamalar arayanlara, aldanmışlıklarının kendi sırtlarındaki kamburundan kaçmak için “gözü tamamen kapalı”yı oynayanlara Kubrick’ten gelen güçlü bir tokat Eyes Wide Shot.
“Her seçiş bir vazgeçiştir” der Pascal. Peki vazgeçen mi yoksa vazgeçme eylemine sebebiyet veren mi taşlanmalıdır? Korkular, meraklar, pişmanlıklar arasında gelip gitmek mi yoksa akıp giden dingin suya kendini koy vermek mi “doğru” seçimdir acaba?
Kime göre?
Neye göre?...
Sorular birbirini kovalar durur. Hayat akıp gider, yıllar geçer. Kimisi “gözü tamamen kapalı” yaşayıp giderken kimisi de an gelir kuralları çiğner. Göz kapakları hafiften aralanır, beyini kemiren kurtlar gözün gördüklerini alır büyütür. Akıp giden hayata “dur” diyemediği için öfkelenen birileri, öfkesine muhatap bulamayınca bizzat kendisi tarafından yazılmış senaryoların paranoyalarında fantastik bir dünyaya yelken açar.
Elde olanlar +1 değildir, çünkü zaten hep eldedir. Elde olanlar hep elde olacaktır, çünkü misyonları bundan ibarettir. Eş bekler nasılsa evde, çocuk bekler… Dışarıda kocaman bir dünya vardır, dışarıda çengellerinin sivri köşeleri göz kamaştırıcı bir şekilde parlayan yepyeni, gıcır gıcır soru işaretleri vardır. Dışarıda +1’ler, +2’ler,+ sonsuzlar vardır. Çünkü dışarıda olan her şey “dış”a ait olma durumundan dolayı zaten ilk dakikadan itibaren artı hanesine yazılmak için ön koşulu gerçekleştirmiş bulunmaktadır. İçeriye ait olanlar da “iç”te bulunmaktan dolayı zaten çoktan güvenceye alınmıştır.
Sözde dostlukların pekiştiği şaşalı Noel kutlamaları, sevmeden sevişilen soğuk siyah deri koltukları, bastırılmış cinselliği haykıran çıplak kadın tabloları, insanın fıtratına kuşandığı bin bir çeşit görünmez maskenin üstüne giyilmiş, en ilkel dürtülerini kusacak bakışlarını kamufle etmeye çalışan soğuk porselen maskeler...
“Gözü tamamen kapalı” olmak bir seçim olabilir mi?
Eyes Wide Shot …
peki ama nereye kadar??!
20.01.2009
Eyes Wide Shot , peki ama nereye kadar??!
zaman:
17:52:00
Etiketler:
aldatma,
eleştiri,
Eyes Wide Shot,
ihanet,
nicole kidman,
sinema,
stanley kubrick,
tom cruse
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 yorum:
Yorum Gönder