20.01.2009

SANAT MI TAVUK YUMURTLAR YOKSA YUMURTA MI TAVUK SANATLAR


Günün birinde Sinan Çetin’le sinema anlayışı noktasında (bir filmlik bile olsa) hemfikir olacağımı söyleseler asla inanmazdım. Ama Semih Kaplanoğlu sayesinde bu da oldu. Meleğin Düşüşü’nden sonra Kaplanoğlu’ndan böyle bir film izlemek benim için şaşırtıcı olmadı belki ama Çetin’in dediği gibi, kesinlikle bir “entelektüel terör”e maruz kaldım. Üçleme diye yola çıkıp “fragman” olmaktan öteye geçemeyen bir filmle seyirciyle buluşmak nasıl bir stratejik planlamanın ürünüdür bilemiyorum. Yönetmenin mutlaka bir bildiği vardır diyor, haddimi de bilip “neden” sorusunu sormuyorum.


Ancak merak ettiğim bir şey var; sanat filmi kategorisinde değerlendirilen ve gittiği her festivalden koltukaltına birkaç ödül sıkıştırıp dönen Yumurta, bir benim algı kanallarımca mı tanımlanamayan cisim olarak yorumlandı gerçekten? Saadet Işıl Aksoy’un su gibi oyunculuğu, Nejat İşler’in hep kendiyken bir başkası da olabilen vücut dili ne kadar takdire şayansa, bütün olarak ele alındığında Yumurta en az o kadar ifadesiz. Ama durun, bütün bunlara girmeden önce üstünde düşünmemiz gereken önemli bir kavram var; “sanat sineması”.


Siz hiç “sanat tiyatrosu”, “sanat resmi”, “sanat edebiyatı” gibi bir tanım duydunuz mu? Rüştünü ispatlamış altı sanat dalı içinde başına “sanat” kelimesi getirildiğinde anlamının güçlendiği düşünülen bir branşa rastlayanınız var mı?( Türk sanat müziği tartışmasına girmeden devam ediyorum.) Diğer tüm dallardan daha genç bir sanat olması sebebiyle mi bilinmez, sinema sanatının içinde, bir alt başlık olarak “sanat sineması” şeklinde saçma bir tanımlama oluştu. Bu tanım kimlerin başından çıktı, ilk kim kullandı bilinmez ama bugün özellikle yurdum entelektüel çevrelerinin pek sevip saydığı, bir nevi prestij göstergesi olarak aldığı, almakla kalmayıp bir de ödüle boğduğu, kendi prestijini kendi dar çevresiyle besleyip büyüten ve sonunda literatüre girmeyi başaran bir tanım haline geldi.


Son yıllarda sıklıkla duyduğumuz ve benim gibi sinemayı başlı başına “sanat” olarak yorumlayanların kafasında bir yere yerleştirmekte güçlük çektiği bu “sanat sineması” tanımını, “sanat sineması yapmak” esasına dayalı akademik bir eğitimden çıktıktan sonra kendimce yorumlamaya başladım. Gördüğüm şuydu ki; aksayan kurgu, kesik ama mesaj kaygılı az sayıda diyalog, uzun ve akmayan planlar, yoğun kasvet “sanat filmi”nin en belirgin özelikleriydi. Bir film ne kadar anlaşılmazsa o kadar “sanat” sayılıyordu. “Sanat sanat için midir, toplum için midir?” tartışmalarının da “sanat sevici entelektüel çevre” tarafından ortaya koyulduğunu fark etmem bu döneme denk gelir.


Gösterilecek sinema bulamayan, gösterildiğinde başarılı gişe yapamayan, salondan çıkanların “anlamadım ama iyisi mi kimseye belli etmeyeyim anlamadığımı, kesin çok derin mesajlar veriyordur” diye kendisini aşağıladığı filmlere “sanat filmi” tanımlamasını yapmak bence hem sanat kavramına, hem sinemaya, hem izleyiciye hem de tüm sinema emekçilerine çok ciddi bir hakarettir. Sinema başlı başına bir sanattır. Tartışmaya açık olmayan bu konuda bence tartışılabilecek tek nokta sinema sanatı içinde verilen ürünlerden izlediklerimizi iyi olarak yorumlayıp yorumlamadığımızdır.


Konunun başına dönecek olursak, Yumurta; sinema sanatı içinde Türk sinemasının son dönem önemli çalışmalarından biri olarak, az sayıda salonda da olsa, halen gösterimde. Benim kişisel zevkime hitap etmese de, kafamda ve sinema anlayışımda tam yerine oturmasa da yoğun emek sarf edildiği açık olan ve sırf bunun için bile olsa izlenmeyi hak ettiğini düşündüğüm bir çalışma. Üçlemenin son filmi olduğunu ve diğer ikisinin de önümüzdeki aylarda gösterime gireceği düşünüldüğünde, madem bir gün izleyeceğiz neden bugün olmasın diyor ve sizi başka bir önceliğiniz yok ise Yumurta’yı izlemeye davet ediyorum. Hem gözünüzle görmeden hangimizin haklı olduğunu bilemezsiniz değil mi?

Dünyanın önde gelen sinema eleştirmenleri ve jüriler mi, yoksa bu köşede hüküm süren bendeniz mi?..: )

0 yorum: